Algarve-Lizbon, Portekiz









9 günlük bayram tatilini boş geçmek olmazdı tabii ki
Cumartesi öğleden sonra Lizbon havaalanına indik (inerken camdan bakarsanız şehri tepeden rahatlıkla görebilirsiniz, havaalanı şehir merkezine çok yakın). Lizbon'a indik ama tatilin ilk günlerini Portekiz'in güney bölgesi Algarve'de değerlendireceğiz, 4 kişiyiz, arabayı çok önceden rezerve ettirmiştik, hemen yola çıktık, meşhur Vasco de Gama köprüsünden geçerek Lizbon'u arkamızda bıraktık, otobandan 2,5 saatte ilk durağımız Tavira kasabasına geldik (otoban Lizbon-Algarve için binek arabaya 20 Euro) (http://www.taviraguide.com/ sitesinde bölge ile ilgili detay bulabilirsiniz), şehir merkezi diyeceğim ama dilim varmıyor, kasaba merkezindeki otelimize yerleştik, Residencial Hotel Por do Sol (www.tavirasol.com) otel basit, eski, temiz, odaları geniş. Akşamüstü olmasına rağmen hemen denize gitmek istiyoruz, okyanusta yüzeceğimiz için biraz heyecan da var açıkcası. Burası içinden nehir geçen bir kasaba, araba ile 7-8 dakika derenin ağzına gidip (quatro aquas diye geçiyor) adam başı 1,40 Euro'ya 5 dk süren kısacık bir yolculuk ile karşıdaki "Ilha de Tavira" adasına geçtik. Burada bizim hiç alışık olmadığımız gel-git hadisesinin etkilerini görmeye başladık. Adanın arka tarafı açık deniz okyanus, kumsalda binlerce deniz kabuğu var, her dalgada gelip gidiyorlar, bizde hava daha kararıp serinlemeden denize giriyoruz, fakat üstümüzde okyanusta yüzmenin getirdiği bir tedirginlik var açıkçası, bu sebeple çok da açılmıyoruz yüzerken. 8.20 feribotu ile (ki kendisi bizim sarıyer-beşiktaş dolmuşları gibi doluydu) tavira'ya geri döndük. Bu arada ilk izlenimim Portekizlilerin tipik avrupalı gibi fiziki özellikleri olmadığı, al koy Türkiye'ye bizden biri gibi adamlar. Gündüz kuş uçmaz kervan geçmez bir yermiş gibi gözüken küçük kasabada akşam yemeği için yer yok, çoğu da turist, demek gündüz herkes plajdaymış. Aquasol adlı bir restaurantta iptal olan bir rezervasyon sayesinde şans eseri yer bulduk. Güzel bir portekiz şarabı (13 Euro şişesi) ve bruschetta ile yemeğe başladık, ana yemek olarak balık, et, karides söyledik, yemekler yaklaşık bir saat sonra geldi (ve portekiz gezisi boyunca bu süre böyle devam etti, hatta kaldığımız otelin sahibi 1,5 saatte gelir sizinki iyi gelmiş dedi), yemekler güzeldi ama bizde açlık ve yorgunluk zirve yaptığı için hızlıca yedik ve otele gidip uyuduk.
Ertesi sabah otelin terasında kahvaltı ettik, çok ilginç kasabadaki binaların hepsi 3 kat, uzun bina yok, böyle olunca 3.kattaki bir teras bile size panoramik bir manzara veriyor. Otel sahibi ile biraz sohbet ettik güzel bir plaj istiyorsak araba ile 15 dakika mesafedeki "Manta Rota" sahiline gitmemizi önerdi. Burası çok uzun bir kumsal, 4 kişi şezlong+şemsiye için 24 Euro verdik, deniz güzel, kilometrelerce kumsal var, deniz biraz serin ama referans olarak şöyle diyebilirim Çeşme Alaçatı'da yüzen burada da rahat rahat yüzer, genelde herkes kıyıda yüzüyor, öyle bi açılayım diyen pek yok, her yer deniz kabuğu bir süre sonra ufakları toplamaya tenezzül bile etmiyor insan. Öğlen yemeğini hemen plajın arkasındaki cha.com agua salgada adlı restaurantta yedik ( http://www.chacomaguasalgada.com/), bu bölgeye giderseniz gözünüz kapalı buraya gidin diyebilirim, sahibinin ingilizcesi iyi, sohbet edebilirsiniz sıcakkanlı bir insan, manzara uzaktan deniz manzarası (gelgit sebebi ile denize çok yakın yerleşim yok sanırım) yemekler çok güzel, biz ahtapotlu risotto, mısır üstü karides, sülünez, keçi boynuzlu kek, yerel -don rodrigo- tatlısı (tel kabak kadayıfı) gibi güzel yemekler yedik. Yemekten döndüğümüzde deniz oturduğumuz yere bıraktığımızdan 7-8 metre daha yakındı, bende neden insanlar denize yakın oturmuyor diye merak ediyordum, cevabımı buldum :). Akşamüstü deniz kenarında uzun keyifli bir yürüyüş yaptık, deniz kabuğu toplamaktan cepler doldu, ellerinde küçük sopalar,kürekler ile kum midyesi çıkaran kişiler gördük, bir süre sonra lagün gibi bir yere geldik, burası bataklık gibi, adım atınca insan dizkapağına kadar kuma gömülüyor. Akşam yemek için bu sefer akıllanmış insanlar olarak rezervasyon yaptırdık (bayan 9.15 i bir dakika geçerseniz yerinizi veririm diyerek bizi motive etti) yemekte yerel bir yemek olan "cataplana" (http://www.cataplana.org/) yedik, bu aslında bir tencere yemek, biz 4 kişi insanlıktan uzaklaştığımız için 2 tencere söyledik biri balıklı diğeri ahtapotlu, içinde midye, karides, kalamar, midye, patates ne ararsan var, su içinde kaynatılarak yapılmış, yemekler çok yumuşak, tadı güzel, bize gelen tencere 4 kişiye de yeter. Bu yemeği de 9.15 te söyledik, kendisine 10.30 da kavuştuk. Yemek sonrası Tavira kasabasını dolaştık, ortasından nehir geçiyor, gelgit oldukça nehir bir çamura dönüyor, bir yükseliyor, bana göre ilginç ve acaip, oradakiler için rutin. Kasaba ufak, yarım saatte dolaşılabilir, 37 kilise varmış, M.Ö 8 yüzyıldan kalma duvar ve yerleşimler varmış. Pazartesi sabahı kahvaltı sonrası tatilin 2.durağına doğru yola çıktık, istikamet Porches kasabasının Sr da Rocha koyu, Pestana Viking Resort (http://www.pestana.com/hotels/en/hotels/europe/AlgarveHotels/VikingResort/Home/), Tavira'dan araba ile yaklaşık 1 saat. Otel odası Tavira kasabasındaki otelden sonra saray gibi, ücret aynı (booking.com üzerinden 2 kişi oda+kahvaltı 99 Euro). Hemen denize indik, otelin kendi havuzu var ama otel kayaların üstünde kalıyor, burası ufak bir koy, dünkü gibi kilometrelerce kumsal yok, deniz biraz daha soğuk (kuzeye çıktıkça deniz soğuyor) burada otelin kendi plajı olmadığı için şezlong-şemsiyeye tekrar para vermek durumunda kaldık. Yemekte meşhur portekiz sardalyası yedim, bizimkilerden çok daha büyük, daha yağlı haliyle daha lezzetli, Portekiz için sardalya önemli bir balık, önemli bir yemek. Öğleden sonra 4 kişi 50 Euro verip 1 saatliğine sürat motoru kiraladık ve kıyıyı dolaştık (kaptanlı kiraladık), kıyıda bir sürü mağara var, mağaralar arasında kumsallar var, kimine kıyıdan ulaşım yok, kimi çıplaklar kampı olmuş, ilginç bir coğrafya, İtalya'nın Capri adasında bir mağara görmek için tonla para veriliyor, burada 1 saatte en az 15-20 mağara gördük, tekne ile içlerine girdik. Kayaların üzerindeki su seviyesini gösteren izlerden yıllar içinde deniz seviyesindeki değişimleri görebiliyorsunuz, denizde çok kuvvetli gelgitler, akıntılar var, kıyılarda ve mağara içinde dalgalar tekneyi sağlam sallıyor. Akşam önce Albufeira'ya gittik, (http://albufeira.com/) buranın gündüz için güzel bir sahili var ama akşam için Bodrum merkez, kuşadası merkezden bir farkı yok, her yer İngiliz turist dolu, pek yerel yemek yok, çok sarmadı açıkcası bizde bölgenin başkenti "Faro" ya gittik (http://www.algarve-info.com/algarve/faro.htm). Otelden Albufeira 25 dakika, Albuferia-Faro arasıda yarım saat gibi. Faro'ya vardığımızda saat 10 u geçiyordu, sokaklar boşalmıştı, dükkanı kapatan bir kişiye nerede yemek yiyebiliriz diye sorduk, onun tarif ettiği "Republica"adlı restaurantta güzel bir akşam yemeği yedik (restaurant sahibi sanırım kapatıyordu bu sebeple çok misafirperverdi diyemeyeceğim fakat yemekleri çok güzeldi) (ilgilenenler için adres:Av.Republica No:40 tlf:289 807 312 Faro). Ertesi gün otelin olduğu tarafta deniz soğuk olduğu için tekrar Manta Rota plajına gittik. Bu akşam önce Portimao (www.portimao.com) şehrine gittik, nehir kenarındaki heykellere baktık, şehri dolaştık, oradan Lagos (www.lagosuncovered.com) şehrine gittik. Bu iki şehiri gitmişken görseniz olur, hiç görmezseniz de büyük kayıp değil bence.
Çarşamba sabahı tatilin 2.yarısı başladı, Lizbon'a doğru yola çıktık. Fakat bu sefer otobandan değil kıyı şeridinden dolaşarak gidiyoruz. İlk durağımız "Prai de Rocha" (www.praiaderochauncovered.com). Burada bir şehir turu yaptık, görmeden geçmeyelim diye daha sonra eski dünyada dünyanın sonu diye bilinen "Sagres" bölgesine geldik, burası Avrupa'nın en batıdaki noktalarından birisi aynı zamanda. İlginç bir yer biz gittiğmizde hafif bir sis, puslu gizemli bir havada vardı, denizin üstü sis, aradan kayalar yükseliyor, tam dünyanın sonu yani.
Akşamüstü Lizbon havaalanına gidip kiralık arabayı bıraktık ve otele geldik, Lizbon maalesef bizi yağmurla karşıladı. Otelimiz HF Fenix Urban (http://www.hfhotels.com/gb/?s=26&ss=195) şehir merkezine 10 dk yürüme mesafesinde, taksi ile 3,5 Euro tutuyor, odaları büyük, modern, temiz, keyifli, biz gayet memnun kaldık, kahvaltısı da fena değildi, resepsiyondakilerin ingilizcesi çok iyi, sabırları da iyi, her aklımıza geleni sorduk sıkılmadan hepsine cevap verdiler, (şuraya giden tren kaç para, ilk kaçta, kaç dakikada bir var, oraya gidersem nereyi gezeyim gibi sorular dahil). İnsanin vakti dar olunca yağmur da yağsa 4 euroya işportadan çok çirkin mavi bir yağmurluk alıp (diğerleri de beyaz-siyah-açık mavi idi, hintli işportacı ile pazarlık başka turist varmıdır bilemiyorum) vurduk kendimizi sokağa, biraz dolaştık, ilk intiba gayet güzel, sonra amo.te! adlı restauranta gittik. Aslında biz bir pasajın kapısında geçiyorduk, orada elinde menü ile bekleyen bir bayan bize yemek için bakmak isteyip istemediğimizi sordu, sonra bizi sokaktan çevirdi, mekana götürdü, mekan güzeldi, sıcak bir ortamı vardı, e zaten yağmurda yağıyordu ve son boş masa vardı, oturduk (http://www.golisbon.com/food/restaurants/amote-Chiado.html)
4 kişi atıştırmalık birşeyler-ana yemek-şarap-tatlı-kahveler-içki toplam 85 Euro ödedik. Yemek sonrası "Bairro Alto" (http://en.wikipedia.org/wiki/Bairro_Alto) diye bilinen eğlencenin olduğu semte yürüdük, orada canlı müzik yapan bir barda birşeyler içtik (adını hatırlamıyorum ama porto şaraplı, meyveli, şekerli, bol buzlu soğuk bir içecek, garsonun bu içkinin yanına sucuk getirmesi de biraz ilginçti). Perşembe sabahı saat 9 gibi otelden çıktık, hava ne tam açık ne tam bulutlu, taksi ile 8 Euro verip "Belem" bölgesine gittik. Bu bölgeye en az yarım gün ayırabilirsiniz. Burada önce "Belem Tower"ı gezdik, giriş kişi başı 5 Euro (http://www.torrebelem.pt/pt/index.php), daha sonra aynı sahildeki "Padro dos Descobrimentos" heykelini gördük. Lizbon meşhur "Pasteis de Belem" adlı pastanesinde (http://www.pasteisdebelem.pt/) pasteis yedik, güzel bir tatlı, burası 1837'de kurulmuş, sabah 10.30 da bile kalabalık, önünde kuyruk var, bu pasteis Lizbon'da her yerde var ama buradaki ayrı, sırf bunun için bile buraya gelinir, bana güvenin :). İlk başta çekingen davranıp 2 tane söyledik ama sonra açığı kapadık, baştan bol bol söyleyin, kalabalıktan sıra zor geliyor zaten. Tatlı sonrası denizcilik müzesini gezdik "Museu de Marinha"(http://museu.marinha.pt/museu/site/pt) deniz-denizcilik sevenler için görülmesi gereken bir y er, içerisi büyük, 15-20 dakikada çıkarım diyorsanız hiç girmeyin. (giriş kişi başı 4 Euro). Müze çıkışı sightseeing otobüsüne binip (kişi başı 15 Euro) üst kata çıktık, şehri dolaştık. Otobüste aldığınız bilet 48 saat geçerli ve istediğiniz zaman inip binebiliyorsunuz. Otobüsten inince "Alfama"bölgesine gittik, bu bölgede mutlaka gezmeniz gereken bölgelerden, yokuş yukarı, yürüyerek dar sokaklardan çıkabilirsiniz, alternatif istiyorsanız tramvay da var. Burada Lizbon'a biraz yukarıdan bakıyorsunuz (şehrin karşı tarafı modern taraf, şu ana kadar anlattıklarım ve otel şehrin eski tarafında), kırmızı çatılar, deniz, nehir, köprü, güzel bir manzara var, sokak müzisyenleri müzikleri ile ayrı bir renk katıyorlar. "Castelo Sao Jorge"(http://www.castelodesaojorge.pt/) kalesine çıktık, şehri tam tepeden gördük, kaleyi gezdik (giriş kişi başı 7 Euro). Kale bir depremde yıkıldığı için boşaltılmış, sonra tekrar yapılmış, şehrin tepesine kurulmuş. Lizbon'da İstanbul gibi 7 tepe üstüne kurulmuş (tur otobüsünde öyle dediler). Kale gezimiz 1 saatten fazla sürdü, içeride bir amca sürekli gitar çalıyordu. Kale gezisi bittiğinde bizde bitmiş duruma gelmiştik, bir terasta birşeyler içtik, sokak müzisyenlerini dinledik, sonra meşhur 28 nolu sarı tramvay geldi (tram 28) bizde kişi başı 2,85 Euro verip atladık, bu hat şehri baştan sonra dolaşıyor, içinde ulaşım amaçlı kullanan Portekizli yok gibi, sırf turist tramvayı, herkes resim çekiyor, bazı sokaklarda 2 tramvay aralarında 10 cm mesafe ile geçiyor, 45 dakika civarı bir yolculuk ile son durağa varıyoruz. Şehri gezmek için güzel bir alternatif, ayrıca biz Lizbon klasiği, vaktiniz olursa yapmanızı tavsiye ederim. Akşam yemeği için Fado dinlemeye gittik. Fado Portekiz'in yerel müziği, biraz hüzünlü bir müzik, bir solist, arkasında bir mandolin, ve gitar ile icra ediliyor. Biz www.clube-de-fado.com a gittik, restaurant yer altında bir mahzen gibi, çok fazla masa yok. Fado sanatçıları gelince ışıklar sönüyor, garsonlar yok oluyor, servis duruyor, fado sanatçısı mikrofonsuz bir şekilde şarkılarını söylüyor, bu arada insanlar genelde sohbeti ve yemek yemeyi kesiyor, 6-7 şarkı söyledikten sonra ara oluyor, bu arada yemeğe sohbete devam, yarım saat sonra başka birisi geliyor, biz 3 saatte 3 ayrı kişi dinledik, program gece 2 ye kadar sürüyormuş ama bütün gün gezince ve ertesi gün de gezme planları olunca geceyarısı kalktık. Cuma sabahı tren ile Sintra'ya gittik (gidiş dönüş tren bileti 2 kişi için 10 Euro civarı) Sintra bir tepenin eteğine kurulmuş, yeşil, ortaçağdan kalma gibi duran sempatik bir kasaba. Tren ile yolculuk 1 saate yakın sürüyor, gardan çıkınca dışarıda bekleyen 434 nolu otobüs (kişi başı 5 euro, tüm gün geçerli bilet) merkeze gittik, merkezi dolaştık, burada çikolatadan shot bardağı içinde "Ginja Serra da Estrela" adlı likörden içtik, denemeye değer, bir shot=1 Euro. daha sonra "Pena Palace"a gittik(http://www.parquesdesintra.pt/en/index.aspx?p=parksIndex&MenuId=1&Menu0Id=1) (Pena Palace+Park+Castelo Mouros) kişi başı 14 Euro. Bu saray çok ilginç ve daha önce gördüğümüz saraylara pek benzemiyor, dışı sarı-pembe, kuleler işlemeli, değişik bir tarzı var, Portekiz'in son kralının yazlık sarayı olarak yapılmış. Genel olarak Lizbon'a geldiyseniz Sintra'yı görmenizi tavsiye ederim. Saraydan sonra mağribiler tarafından yapılan Moorish Castle'ı gezdik (moorish:mağribi, gezi boyu merak ettik, bu sebeple yazıyorum siz merak etmeyin diye, portekizi ve ispanyanın bir kısmını birkaçyüzyıl boyunca yöneten araplara verilen ad). Burayı gezmekte en az bir saat sürüyor, surlarda dolaş, kulelere tırman. Genel anlamda Sintra gezisine spor rahat bir ayakkabı ile gelmenizi tavsiye ederim, sürekli bir tırmanış, sur, park, dağ, tepe olayı var. Hatta şunu da tavsiye ederim önce kaleyi sonra sarayı gezin, saraydan sonra kale pek bir sade ve basit geliyor insanın gözüne. Daha gezilecek görülecek yer var ama zaman kısıtlı bizde üzülerek ve sonra yine geliriz buraya diyerek Sintra'dan Lizbon'a geri dönüyoruz (gün içinde 20 dakikada bir tren var). Lizbon'da Expo 98 için deniz kenarına yapılan, içinde parklar, dev bir akvaryum bulunan alana gidiyoruz. Deniz kenarında (üstünde) teleferik ile dolaşıyoruz. Bu bölgeyi ben çok sevdim, şehir içinde şehirden ayrı güzel bir yapılanma olmuş. Burayıda görünce şehir merkezine geri geldik, Santini adlı (http://www.golisbon.com/blog/2010/07/16/the-new-santini-lisbons-favorite-ice-creams-now-in-the-center-of-the-city/) meşhur 1949'dan beri hizmet veren dondurmacıya uğruyoruz (giden bir gitmeyen bin pişman diyorum :))
adlı restauranta gittik, bir Portekiz klasiği yemek 1 saatte geldik, içeride yer olmadığı için zaten dışarıda 20-25 dk beklemiştik, içeride 2 kişi sanırım işletmecileri, 2 de aşçı, güzel yemek yapıyorlar, masalar sıkışık düzen ve ufak, duvarda 50-60 yıllık fotoğraflar, stres yok, şaraplar güzel, arkadaş her gittiğin yeri tavsiye etmesen de olur diyebilirsiniz ama özellikle şaşalı restaurantlar yerine yerel tatlar arıyorsanız burayı deneyin derim.
Cumartesi sabahı üzgünüz çünkü öğlen uçağımız var, biraz şehri dolaşıyoruz, 18 Euro geldiğimiz havaalanına 7 Euroya dönüyoruz. Burada çok önemli bir uyarım olacak, havaalanına geldik, dış hatlara gideceğiz, kapıda bir güvenlik görevlisi, herkes bekliyor, adam diyor ki bileti olan geçer :), şakamı deseniz de değil, bir görevli, sürekli biriken insanlar, görevli çok net biletin varsa geç, yoksa kal :) zar zor bir rezervasyon ve bir cep telefonuna gelen sms ile adamı ikna edebiliyoruz, dönüşte bir bilet, rezervasyon birşeyler bulundurun derim.
Genel olarak Portekizi sevdik, sempatik, insanları sıcak kanlı ama yavaşlar, yemekler güzel, fiyatlar mantıklı, yine gideriz birgün

Notlar;
1-Otobanda bir benzinciye yaklaşırken elektronik bir tabela ile bu benzinci ve diğer benzincilerdeki fiyatları gösteren bilgilendirmeler var.
2-Bizdeki deniz bisikletleri hep yunus şeklinde olur, burda vosvos kaplumbağa şeklinde
3-Portekiz'de bir restaurantta siz istediğiniz zaman servis alamazsınız, garson istediği zaman size bakar, istediği zaman yemeği getir, boşa çabalamayın, kendinizi harap etmeyin, sinirlenmeyin, akışına bırakın, size özel bir durum değil, ülke böyle, kabullenin
4-Lizbon'da tramvay temalı çok fazla t-shirt ve hediyelik eşya bulabilirsiniz