Madrid-Toledo-Barselona







Madrid-Toledo-Barcelona

9 günlük kurban bayramı için Nisan ayında uçak biletlerini alıp booking.com üzerinden otel rezervasyonlarımızı yaptırarak çok önceden hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Gezi öncesi internette, dergilerde (geziye çok zaman olunca kaynakta çok oluyor) uzun uzun araştırdık, ayrıca kitapçılarda bulabileceğiniz Berlitz yayınlarının mavi cep kitaplarından iki şehir içinde ayrı ayrı aldık, bu kitaplar güzel, gezilecek yer önerileri ve restaurant önerileri genelde başarılı oluyor. Gezimiz Madrid’de başlayıp Barcelona’da son buldu.

Bayram tatilinin ilk günü İzmir-istanbul-madrid uçuşu ile akşamüstü Madrid’e vardık. Terminal çıkışında kişi başı 2 Euro’ya bizi şehir merkezine götüren otobüse bindik, yaklaşık 20 dakikada şehir merkezine varıp Plaza de Cibeles’te inip taksiye bindik ve 8 Euro ödeyerek taksi ile otelimize vardık. Oteli booking.com üzerinden ayarladık, Hostal Oriente, hostal diyor ama 3 yıldızlı oteli gibi, odaları küçük, personelden bir kişi İngilizce biliyor ama İspanyol’ca konuşanlarlada anlaşıyorsunuz bir şekilde, sempatik ve derdinizi anlayıp çözüm bulan kişiler, otel şehrin tam merkezinde desem yeridir, şehrin en işlek (ve araç trafiğine kapalı) Calle de Arenal caddesi üzerinde, 4 gece için erken rezervasyon ile 260 Euro gibi bir rakam ödedik (İspanya’da oteller sadece oda, yani kahvaltı yok, kimisinde yok, kimisinde extra, mesela Barcelona’da adam başı 12 Euro ek ücreti vardı).

Madrid İspanya’nın başkenti, bu ünvanı 1561 yılında kazanmış, bir önceki başkent Toledo (buraya da gittik, ayrıca bahsedeceğim). İspanyol havasını daha iyi hissediyorsunuz, menüler genelde sadece İspanyolca, İngilizce bilen kişi az, ama her şeyin çözümü var (barcelona’da İngilizce ile hayatınızı sürdürebilirsiniz ama Madrid biraz daha İspanyolca istiyor), yemekler bile bence daha az turistik (ve daha lezzetli, Barcelona ile karşılaştırdığımda)

İlk gün otele yerleştikten sonra kendimizi sokağa attık, kaldığımız otelin üstünde bulunduğu Calle de Arsenal’in bir tarafı Opera’da, diğer tarafı da Puerto El Sol meydanında sonlanıyor. Puerto El Sol meydanına çıkan bir çok cadde var, meydana çok yakın Plaza Mayor var, bu iki sebepten dolayı meydan devamlı kalabalık. Akşam yemeği için Plaza Mayor’un içinden geçip arka tarafındaki sokaklara daldık, bu bölgeye La Latina deniliyor. La Perejila adlı küçük bir tapas barda akşam yemeğimizi yedik, Madrid ilginç, akşam 20.00 hatta 21.00 de restaurantlar tenha, 21.30 gibi dolmaya başlıyor, 22.00 gibi yer bulmanız zor (bu bahsettiğim biraz daha yerel yerler için geçerli, turistler 20.00 gibi yiyorlar). Menülerin daha anlaşılır olması için bazı küçük notlar da aldık, mesela Estoque diyince turşu geliyor, Castanuelas tavsiye ederim marine midye,pek leziz, Salmorejo Cordabas: Domates püresi, Bacon, yumurta hep birlikte karışık, zaten bizdeki gibi ana yemek-salata düşünmeyin, çeşit çeşit az az yeniliyor. Yemek sonrası San Miguel pazarına gittik (gece 23.00 de) burası 1915 yılında yapılmış art nouveau tarzı eski bir pazar. Üstü kapalı, etrafı camla çevrili, sanırım yenilenmiş her tarafında Sorbe de Garcia yazıyor. İçeride balıkçı, şarküteri, kasap, manav her şey var, Cumartesi gecesi canlı müzikte var, içki alabileceğiniz barlar var, içkinizi-atıştırmalıklarınızı alıp ayakta müzik dinleyip zaman geçirebileceğiniz güzel bir yer.(sanırım bunu tercih eden çok kişi var, Cumartesi akşamı Pazar yerinde yer yoktu)

Pazar günü kahvaltı sonrası Rastro adlı Pazar yerine gittik, burası Pazar diye geçiyor ama biraz bit pazarı tarzı, burayı gezdikten sonra Atacha tren istasyonuna gittik, burası hem tren istasyonu, hemde botanik bahçesi, ilginç bir yer. Tren istasyonuna gelmişken hem Toledo hem de Barcelona tren biletlerimizi aldık, Toledo-Madrid gidiş geliş kişi başı 18 Euro (90 km yol, hızlı tren-RENFE- ile yarım saatten az sürüyor). Barcelona tek yön kişi başı 115 Euro, sanırım 650-700 km mesafesi vardır, tren ile 3 saatten az sürüyor, tren saatte 300 ün üstünde bir hızla seyrediyor. Madrid şehir merkezinde binip Barcelona şehir merkezinde iniyorsunuz uçaktan çok daha mantıklı. Biletleri internette araştırırsanız ve tatilinizi plandıysanız daha erkenden daha ucuza da alabilirsiniz. Bir sonraki durağımız Prado müzesi oldu, Pazar günü saat 17.00 den sonra ücretsiz olduğunu öğrendik ( 17.00 de gidince bizi bekleyen birkaç yüz kişilik uzun bir kuyruk olduğu için daha sonra girmeye karar verdik). Bu arada belirtmekte fayda var bu gezilerimizi hep yürüyerek yaptık, Madrid yürüyerek dolaşmak için keyifli bir şehir, çok büyük değil, yürümeyi, yürürken keşfetmeyi, ara sokaklara girmeyi seviyorsanız çok eğlenebilirsiniz. Öğlen yemeği için Calle de la Huertas caddesi üzerindeki (bu cadde üzerinde birçok restaurant var) Casa Alberto barına gittik (kitabın tavsiyesi), bar dediğime bakmayın İspanyollar taberna diyorlar, bu mekan biraz eski, şöyle ki Don Kişot’un yazarı Cervantes’te burada yemiş, kuruluş tarihi 1827, içeride pek turist yoktu, ama heryer doluydu, burada garsonlarda İngilizce maalesef yok, yemek olarak sağa sola bakıp gözümüze kestirdiklerimizi yedik, şansımız yaver gitti J hatırladığım yemekler şöyle Calamaras Blancha con cebolla confitado:beyaz kalamar ama bizdeki gibi dilim değil tam kalamar ızgara edilmiş, soğanlı bir yemek, süper, Chistorro con pimientos del pardon y patatos: Sosis-patates-biber, bunun yerine başka bir şey yeseniz de olur çok orijinal bir şey değil. Yanında bira içtik, bu yemek toplam 30 Euro tuttu, açıkcası İspanya gezisi gerek müze girişleri, gerek yemek fiyatları ile beklediğimizden daha pahalı bir gezi oldu, daha önce Hırvatistan’a gitmiştik oraya göre ciddi anlamda pahalı denilebilir. Aklıma gelmişken yazayım birçok yerde kredi kartı geçiyor, pos makinesini yanınıza getiriyorlar, şifrenizi girerek işlem yapıyorsunuz, bu konuda bir sıkıntı yaşamadık, güvenlik ve kapkaç olarak da başımıza herhangi bir sıkıntı gelmedi. Yemekten sonra Thyssen-Barnemisso müzesine gittik, burası 1992 de açılmış ve İngiltere Kraliçesinden sonra bir şahsa ait en geniş koleksiyon olarak biliniyormuş (http://www.museothyssen.org/) müzede 800’den fazla eser var, biz müzede o sırada geçici bir sergi olan Mario Testino fotoğraf sergisine girdik (kişi başı 5 Euro ödedik, müze kişi başı 8 Euroydu sanırım). Akşam yemeği için Operanın hemen karşısında bulunan La Vaca Argentina’ya gittik (http://www.lavacaargentina.net/), güzel bir restaurant, akşam yemeği 20.30 gibi başlıyor, rezervasyon ile gidiliyor, biz şansımızı denedik, son 4-5 boş kalmış masadan birine oturduk. Etleri süper, bizde neden böyle et yok bilmiyorum, İspanya’da yemeklerde ilgimi çeken başka bir hususta şarapların ucuz olması oldu, bizde angora bile 35-40 liradan aşağı satılmazken (restaurantlarda) İspanya’da şişesi 10-12 Euro civarı güzel şaraplar var menüde.

Pazartesi gününü Toledo gezimize ayırmıştık, sabah taksi ile gara gittik, 09.20 gibi trene bindik 09.50 de gara indik, bu gar XIII.Alfonso’nun şehri ziyareti şerefine yapılmış. Gardan taksi ile şehir merkezine gittik, taksinin bizi indirdiği yerdeki turizm ofisinden harita ve bilgi aldık (4 Euro tuttu galiba), önce güzel bir kahvaltı ettik, sonra yine yürüyerek dolaşmaya başladık. Toledo demişken şunu ekleyeyim, gezi boyunca en çok burada üşüdük, iklimi sert, biraz daha kalın giyinmekte fayda var. Toledo şehir merkezi (yani surların içindeki eski şehir)güzel korunmuş bir ortaçağ kenti. Yürüyerek dolaşılıyor, burada meşhur Alcazar’ı görmek istedik ama Pazartesileri kapalıymış. Katedrali gezdik (http://www.catedralprimada.es/) , katedral heybetli, girişi kişi başı 7 Euro, içerisi ihtişamlı, altın süslemeli, büyük kubbeler, heykeller, etkileyici bir yer, İspanya Başpiskoposu’da burada yaşıyormuş. Daha sonra ikiz kulelere çıktık, buradan bütün şehri kuş bakışı görebilirsiniz, adı Iglesia de Los Jesuitas olarak geçiyor. Daha sonra şehrin surlardan giriş kapısı Puerto del Sol’a gittik, görülebilir ilginç bir yer (taksi ile altından geçmiştik zaten). http://www.turismocastillalamancha.com/ ve http://www.visitclm.com/ siteleri de Toledo hakkında bilgi bulabileceğiniz yerler.

Tren ile Madrid’e geri döndük, otele dönerken mutlaka ve mutlaka yemeniz gereken Chocolat Con Churros yedik, bu kızartılmış tatlı hamurun koyu kıvamlı çikolata ile birlikte sunulduğu bir tatlı, birkaç yerde denedik ama en güzeli Calle de Arsenal üzerindeki Joy diskonun yanındaki sokakta bulunan ve 1894’ten beri sadece bu işi yapan (hep kalabalık) Chocolateria San Gines, giderseniz benim için de yiyin J. Akşam yemeği için Huertas caddesi üzerindeki şık bir kafe olan Huerta Uno adlı yere gittik, burası fiyat açısından çok daha mantıklık bir yerdi, (14 Euroya 14 jumbo karides, 10 Euroya sarımsaklı sosta 8 kalamar-bizdeki gibi değil tam 8 kalamar).

Tatilimizin Madrid’deki son gününe otele 2 dakika mesafedeki Palacio Real (Kraliyet Sarayı) (http://www.patrimonionacional.es/) gezisi ile başladık (kişi başı 8 Euro). Daha sonra yürüyerek “Parque del Buen Retiro” bahçelerini gezdik, burası şehrin içinde büyük bir park, sessiz, sakin, yeşil, yemyeşil bir yer. İçinde ayrıca bir iki ufak müze var, gölet var, gölet kenarında oturduk, bir sokak müzisyeninin saksafonu ile çaldığı müzik tüm parka yayılıyordu, çok keyifliydi. Parktan sonra Prado müzesine gittik (http://www.museodelprado.es/) buranın büyüklüğünü size tarif etmem biraz zor, bizim ülkemizde böyle bir yer maalesef şimdilik yok, buranın da girişi kişi başı 8 Euro (buraya kadar Madrid’de kişi başı müzelere 28 Euro vermiş olduk, 2 kişi 56 Euro, 100 TL, kendi ülkemizde bir yılda müzelere vermediğimiz para 3 günde çıktı cebimizden, daha bu işin Barcelona’sı var, turistleri getirip bir hafta her şey dahil bir otele tıkıp sonrada ülkemize gelen turist sayısı arttı demenin ne kadar yanlış bir strateji olduğunu, gelen turisti sokakta tutup para harcatabiliyorsan (yemek-müze-alışveriş-ulaşım) asıl turizm gelirinin oluştuğunu da burada yetkili yetkisiz ilgili ilgisiz herkese somut örnekle hatırlatmak isterim). Prado müzesinde her şey var, eskiler, yeniler, resimler, heykeller, ünlü sanatçıların eserleri, onlarca ayrı sergi salonu, bizim nefesimiz 2 katı 2,5 – 3 saatte dolaşmaya yetti, biz dolaşırken bir resimin önünden 2 kere geçtik, o süre boyunca (minimum yarım saat ara ile) 25-30 ilkokul bir veya ikinci sınıf öğrencisine hocaları aynı resim ve ressam hakkında konuşma yapıyordu, sanata ilgi ve bu konuda bilgi sanırım o yaşlarda çocuklara verilince ülkelerde müzelerin önü kuyruk oluyor. Diyeceğim o ki Prado müzesine bir tam gün ayırırsanız o bile yetmeyebilir, özellikle sanat tarihi öğrencisi, resim-heykel öğrencisi iseniz para biriktirin, Madrid’e gidin, bu müzeyi görün. Bugün öğlen yemeği için “Estada Puro-Las tapas de Raco Roncero” adlı restauranta gittik, burası bir otelin alt katı, içeride taburelerde yüksek masalara oturuyorsunuz, yemekler süper, bir numara, yeri Plaza Canovas del Castillo meydanına bakıyor, Prado müzesine yürüyerek 3-4 dk mesafede, özellikle sanırım fırında kurutularak pişirilmiş limonlu sardalya (boquerones fritos al limon), hala tadı damağımızda, kaz ciğerli bir meze vardı (corte de foie gras con pan de especias) bu da tavsiye edilir, bombas de carne adlı 3 lü karışık bir tapas da çok güzeldi.

Çarşamba sabahı 08.30 treni ile Madrid’den ayrıldık ve Barselona’ya yola çıktık. 11.20 gibi Barcelona’ya vardık, burada Hotel Gran Via Ayre otelinde kaldık (http://www.ayrehotels.com/)
, şehir merkezinde sayılır, ünlü Ramblas caddesine metro ile 4 durak-10 dk sürmüyor. 4 yıldızlı yeni yapılmış, şık ve ferah bir otel, burada da kahvaltı adam başı 12 Euro extra (yersen J). Barselona Madrid’e göre daha büyük, Madrid’de hep yürümüştük, burada T-10 diye günlük 8 Euroluk metro kartı alıp birçok yere metro ile gittik, basit bir metrosu var, temiz ve güvenli, bir tereddütsüz gece gündüz kullandık. Otele vardıktan sonra direk Ramblas caddesine indik (metroda Liceu durağı bu caddenin tam ortasına ve opera binasının önüne çıkıyor-Catalunya istasyonu da caddenin başına çıkıyor-deniz tarafı değil diğer başı), cadde üzerindeki Plaza Realle’de (caddeden bir sokakla girilen ayrı bir avlu, ama büyük bir avlu) Taxidermista adlı restaurantta paella yedik, bu İspanyolların ünlü bir yemeği, safranlı pilav ve deniz mahsülleri, güzel yapan bir yerde yerseniz (bu restaurant mesela) tadına doyamazsınız. La Ramblas caddesinden de size biraz bahsetmek istiyorum, caddenin ortası (yanlış okumadınız ortası) yayalara ayrılmış, her türlü mağaza, restaurant, Pazar, çiçekçi, kuş satan, pandomimci, her şey burada, çok canlı bir cadde, günün her saati kalabalık, caddenin sonu denize ve Kristof Kolomb anıtına, marinaya çıkıyor, Barselona’ya gidip burayı görmemeniz zaten mümkün değil. İstanbul’a gidip Taksim-Beyoğlu görmemek gibi bir şey. Akşam yemeğinde 2011 yılından itibaren Barselona’da yaşamaya başlayacak arkadaşlarımız ile buluştuk, onlarda ev bakmaya gelmişlerdi, birlikte İspanyollara nasıl tapas yenir uygulamalı gösterdik J.

Perşembe günü Ramblas’a paralel diyebileceğim Barri Gotik (eski şehir-surların içi) gezdik. Etkileyici bir katedral var, ara sokaklar gezinip kaybolmak için güzel. Daha sonra Gaudi’nin Casa Batllo adlı eserine gittik, burası bir apartman, özel mülk, Gaudi 1906 yılında binanın iç ve dış kısımlarını yeniden tasarlamış, buraya giriş kişi başı 17 Euro, ama kapısına kadar geldiyseniz zaten bu parayı verip içeri de gireceksiniz (http://www.casabatllo.cat/) . Bu bina ve Gaudi’nin bir diğer eseri Casa Milo aynı cadde üzerinde (buna giremedik, kapanmıştı), ve bu caddede aradığınız tüm lüks mağazaları ve güzel restaurantları bulabilirsiniz. Öğlen yemeğini Tapa tapa adlı bir tapasçıda yedik (http://www.angrup.com/) burası biraz fastfood gibi, ama kapısında kuyruk var, yemekler güzel yazmantak sıkıldım ama buranında tapasları güzeldi, buranın bir artısı menü masada ve resimli, İspanyolca bilmenize gerek yok.

Cuma günü (sabah erken) yine Gaudi’nin yapımına başladığı ( ve hala inşaatına devam edilen, 2025 e kadar da bitmesi beklenmeyen) meşhur La Sagrada Familia’ya gittik, hakkımıza düşen kuyruğu bekledik, içeri girdik ( kişi başı 14 Euro, asansör ile kulelerden birine çıkıp üst tarafıda göreyim derseniz, ki cimrilik etmeyin buraya kadar gelmişsiniz bunu da verin artık derim, kişi başı 2,5 euro daha vermeniz gerekiyor) (http://www.sagradafamilia.org/) burası acaip bir yer. Daha önce gördüğünüz hiçbir yapıya benzemediğine bahse girerim, tasviri kuvvetli birisi değilim anlatmaya çalışmayacağım ama ihtişam had safhada, heykeller tamamen bambaşka, kuleler acaip, çatı bir değişik, böyle bir yer yok desem yeridir, alt katta müzesi de var, orada yapım aşamalarını, mevcut inşaat için atölyede yapılanları, Gaudi’nin çizimlerini görebilirsiniz. Buradan çıkınca (yine) Gaudi’nin yaptığı Park Guell’e gittik, burası şehre tepeden bakan bir park, şehrin önde gelen bir zengini Gaudi’ye buraya ne yapabiliriz demiş, adam da park yapmış, ama park denince işin için Gaudi girdiği zaman standart bir park gelmesin. Girişteki 2 yapı zaten sizi bambaşka bir yere geldiğiniz konusunda yeteri kadar etkileyecektir. Burayı da gezdikten sonra deniz kenarına indik, Barcelonetta adlı bölgeyi, plajı, Port Olimpic’i gezdik.

Cumartesi günü otele çok yakın bir yer olan Poble Espanyol’u gezdik (http://www.poble-espanyol.com/) burası küçük İspanya, İspanya’nın her bölgesinden değişik yapılar var, çok güzel bir yer, gezmeye değer. Akşam yemeği için marina’da La Fonda del Port Olimpic (http://www.lafondadelport.com/) adlı turistik restauranta gittik, fix menü yedik, dünyayı yedik, tepeleme midye, bir koca tabak (tepsi?) kalamar, salata, içkiler, ana yemek (et) tatlısı adam başı 20 Euro verdik (bu gezinin en ucuz ve en doyurucu yemeği oldu desem yeridir).

Pazar günü maalesef bu güzel gezi bitti, otelden otobüs ile havaalanı, oradan barcelona-istanbul-izmir. Önemli bir not, Barselona havaalanında önce free-shop sonra pasaport kontrolü var, bizdekinden farklı bir sistem, acele ile pasaporttan geçerseniz dönüşte yok, zaten birçok yerde bu konuda uyarı var.

Başka bir geziyi yazmak üzere J