Kazdağları-Yeşilyurt


Cuma gününü de izin alarak 3 günlük uzun bir haftasonu geçirmek üzere Kazdağlarına doğru İzmir’den yola çıktık, yol araba ile yaklaşık 3 saat sürüyor.

Konaklamayı Yeşilyurt Köyünde Öngen Country Resort’ta yaptık, Yeşilyurt köyü Ayvalık, Edremit, Akçay, Altınoluk’tan sonra Küçükkuyu’dan çıkınca orman içinde virajlı bir yol başlıyor, Yeşilyurt tabelası görüp küçük bir köprüden geçip hemen sağa (İzmir’den geliyorsanız tabii) dönmeniz gerekiyor. Araba ile köyün içinden geçip en tepeye konumlanmış otelimize bu şekilde vardık.

Öncelikle otelden bahsetmek istiyorum, tamamı taş (sanırım için duvar olabilir ama dış görüntü tamamen taş ve doğa ile uyum içinde) tepeden tüm köyü, yemyeşil vadiyi ve masmavi denizi görebiliyorsunuz, gürültü olarak kuş sesleri var J. Odamız standart bir oda idi, yeterli büyüklük ve temizlikte, oda duvarları duvara çizilmiş dev resimler ile süslenmişti ve çok şıktı, ayrıca odamızın balkonu vardı, balkon denilince aklınıza 2 sandalyelik bir alan gelmesin en az 10 m2 lik bir teras vardı, önü de alt kattaki odanın çatısının yeşillendirilmesi ile yemşeyil olmuştu. Otelin resepsiyonunun yanında, üst katında restauranında yani kısaca her yanında deniz ve doğa manzarasından kaçamıyorsunuz. Ayrıca havuzu ve dinlenme teraslarıda var. Otel sahibi Sn.Mehmet Öngen ve otel personeli de gerçekten ilgili, sıcakkanlı ve profesyonel insanlar, size butik bir otelde olduğunuzu hissettiriyorlar.

Neler yaptık

İlk gün otele yerleşip oteli keşfettikten sonra Arnavut kaldırımlı taş evler, ağaçlar, erguvanlar ve çiçeklerler bezenmiş yoldan yürüyerek köye indik, köy meydanı ufak bir yer, camisi, hediyelik eşya dükkanları, bakkalı, kahvesi, restaurantları ile çevrili. Meydandaki Han restaurantta yemek yedik, mantı, ot çorbası, sarma, ege yeşillikleri ve enginar yedik, hepsi de birbirinden lezzetliydi (dikkat edin, oksijen insanı biraz acıktırıyor). Bize servis yapan bayanda (kendisi de köy halkından) çok sıcakkanlıydı, kendisinden etraf ve köy hakkında bilgiler aldık. Daha sonra köyü yürüyerek dolaştık, yemeği de yiyip enerji depolayınca bu sefer otelimizin kapısından başlayıp orman içine giren yürüyüş parkuruna girdik, ormanın içinde çamlar altında bir saatlik bir yürüyüş yaptık, akabinde de otelimize gelip terasımızda dinlendik. Akşama doğru köydeki diğer butik otelleri keşif gezisine çıktık, çetmihan, erguvanlı ev, manici kasrı, taş terası gezdik, hepsi de taştan yapılmış, doğa ile uyum içinde ve doğanın içinde, kafa dinlemeye müsait güzel yerler. Akşam yemeğimizi yarım pansiyon konakladığımız otelimizde yedik, yemeğe indiğimizde masamız hazırdı, 5 çeşit meze vardı, ara sıcaklar, balık, tatlı, salatadan oluşan doyurucu ve çok lezzetli bir akşam yemeği yedik, servis kalitesi de gayet başarılı idi, sizi rahatsız etmeyen ama kafanızı kaldırdığınızda hemen gelip bir isteğiniz var mı diyen, sunumu gayet başarılı bir ekip bize yardımcı oldu.

Tatilimizin 2.gününde kahvaltı sonrası ılık Nisan güneşi altında terastaki şezlonglara yayılıp kitap okuduk, bir süre sonra İzmir’den 2 arkadaşımız daha gelip bize katıldılar. Hep birlikte çevre köyleri gezmeye çıktık.

Önce İzmir istikametine doğru yaklaşık 30 km mesafede olan Tahtalıkuş köyüne gittik, orada emekli öğretmen Ali Bey ve oğulları tarafından tamamen kişisel çabaları ile kurulmuş (takdir ve saygıyı sonuna kadar hakkeden) etnoğrafya müzesini gezdik. Buradan Çamlıbel köyüne (2 köy arası araba ile 5 dk) geçip Tuncel Kurtiz’in sahibi olduğu Zeytinbağ otelinde mükemmel bir öğlen yemeği yedik. Öncelikle burada da mutfak ve servisin çok başarılı olduğunu, açık havada çimler üstünde ılık bir havada yenilen yemeğin lezzetinin de ayrı olduğunu belirtmek isterim. Yemek öncesi ara sıcaklarda yoğurtlu çağla (sanırız çağla biraz haşlanmıştı ve çok değişik bir lezzeti vardı), tahinli patlıcan, domatesli deniz börülcesi ve lor köftesi yedik, sanırız şef (gurme) Erhan Bey klasik yemeklere ufak dokunuşlarla bambaşka lezzetler yaratmak istemiş ve çok da başarılı olmuş. Ana yemek olarak da baharatlı sosta marine edilmiş tekir tava yedik, lezzeti inanılmazdı.

Yemeklerin tadı damağımızda kalmış bir şekilde köyün içinden geçip tekrar anayola döndük.

Bu sefer istikametimiz Adatepe köyü idi. Bu köye Zeus altarı tabelasından içeri girilerek gidiliyor. Ev tamamen taş evlerden oluşuyor, zaten 1.derece sit alanıymış. Köyün meydanında 2 dev ağacın altında (2 ağaç tüm meydanı kapatacak kadar büyük ve sanırım bir çok uzun senelerdir oradalar) oturup kahvelerimizi içtik, köyü dolaştık, ada pansiyonu gezdik, bazı evler tamamen yıkık, satılık evlerde var, ama görüştüğümüz bir kişi evlerin 300 Bin TL’den başladığını söyleyince ilgilimiz nedense azaldı. Köyün içi dolaşmak, erguvanların resimlerini çekmek, taş evlerin resimlerini çekmek için çok ideal, sokaklar dar ve düzensiz ama çoğu köy meydanına bir şekilde çıkıyor. Köyden ayrılırken Zeus altarına gitmeye karar verdik. Zeus altarı için girişte arabaları park edip birkaç yüz metre yürüyerek patikayı çıkmak gerekiyor. Sonunda ulaşacağınız tüm körfezi ayaklarınızın altına serecek manzara için değeceğini düşünüyorum.

Son gün Kazdağları’na çıkmaya karar verdik. Otelin resepsiyonundan aldığımız bilgiye istinaden kaz dağlarının milli park olduğunu ve park sınırlarına rehbersiz girişe izin verilmediğini öğrendik, oradan aldığımız bir kartvizitten rehber Mehmet Kuşçu ile irtibata geçtik. Ertesi gün yoldan onu alıp Zeytinli köyünün içinden geçip Kazdağları eteklerine doğru yavaş yavaş tırmanmaya başladık. Belli bir noktadan sonra asfalt yol bitiyor ve stabilize yol başlıyor, binek araba da yukarı kadar çıktı ama 4x4 bir araç ile çok daha rahat yol alınacağını düşünüyorum. Bizim izlediğimiz yolda en yüksek zirve 1700 metre civarındaydı (buraya çıkmak için 24 km yol yapmanız gerekiyor), bizim zirve olarak çıktığımız yer Sarıkız Efsanenin yaşandığının varsayıldığı tepeye çıktık. Buraya çıkana kadar yolda 3-4 defa durduk, orman içinde, ve hatta karlar üstünde ufak yürüyüşler yaptık. Yukarı doğru çıktıkça bitki örtüsündeki değişiklikleri gözlemledik, nisan ayının ortasında bile 1000 metreden sonra kar gördük (yol açık , zirveye çıkmanızı engelleyen bir kar birikimi bulunmuyor fakat yol kenarında özellikle ağaç gölgelerinden dolayı güneşin daha az vurduğu yerlerde kar birikimi oldukça yoğun) ve hatta karda keyifle yürüdük (Not: malum İzmir’liyiz, pek kar görmüyoruz). Zirvede yukarıdan aşağı şelaleleri vadileri gördük, yol boyunca rehberimiz Mehmet Bey bize çevre ile bilgiler verdi, aynı zamanda tarih ve efsanelerden bahsetti. Kazdağlarına gitmeyi planlayan herkese zaman ayırıp Kazdağlarını milli parkı dolaşarak görmelerini tavsiye ederiz. Bizim katıldığımız tur dışında 10 kişilik jiplerle yapılan, dere yataklarından, şelalelerden geçilen alternatif turlar ve doğa yürüyüşleri seçenekleri de varmış. İnişte bu sefer herkese açık (ve hatta yemek yenilebilen mangal yapılabilen) Hasanboğuldu’ya uğradık, buranın da bir şelalesi, göleti ve şelaleye ismini veren bir efsanesi var. Hasanboğuldu’dan sonra kazdağları gezimiz bitti.

Sabah 10.30 sularında başlayan kazdağları milli park gezimiz akşamüstü 16.30 da sona erdi, dağda yukarı çıkarken arabanız ile 1. veya maksimum 2.viteste çıkabiliyorsunuz, hızınız da 10-15 km civarı oluyor, yani 24 km lik zirve çıkışı biraz zaman alıyor.

Güzel bir hafta sonu bitiminde İzmir istikametine doğru yola çıktık, dönüşte Balıkesir ayrımındaki Yücel Et restaurantında (akşam 5 kadar kahvaltı ile durup bütün gün doğada dolaşmış aç insanlar olarak) kendimize güzel bir et ziyafeti çektik.