Datça

Datça
İzmir’den çıktık yola sabah 8 gibi, Sakar geçidinde ufak bir kahvaltı dahil 4,5 saatte vardık. Datça’da değil Hayıtbükünde Serenity pansiyonda konaklıyoruz (Datça’ya varmadan Knidos yol ayrımından sağa, oradan Mesudiye köyü sapağından sola, sonra levhalar sizi yönlendiriyor zaten, anayoldan 25 dakika yol gidiliyor, dar, bol virajlı, bol manzaralı yollar, sürate uygun degil). Hayıtbükü etraftaki büklerden biri. Pansiyon (http://www.serenitypansiyon.com/) denize taş atma mesafesinde. Odalar fena değil, biraz eski yıllardan kalmış gibi ama kliması, yatağı banyosu düzgün, kahvaltısı güzel (kaldığımız 3 gece 4 gün boyunca hiç oda temizliği olmaması dışında rahatsız edici bir durum yoktu). Direk kendimizi sahile atıyoruz, deniz çok güzel, tertemiz, etraftaki ağaçların yeşili de vurduğu için güzel bir rengi var, bol bol yüzdük. Akşam buraya geldik ama Datça’yı görmedik diyerek Datça’ya gittik (araba ile yarım saat var) önce Eski Datça’ya uğradık, ufak şirin bir köy, taş evler, taş sokaklar, birkaç ufak dükkan, gelmişken görmek gerekiyor. Buradan Datça’ya devam ettik, önce beyaz amca adlı restaurantta yemek yedik, değişik yemek olarak sarma yaprağında sardalya, acı şalgamlı bulgur, badem soslu ahtapot (bunun porsiyonu biraz ufak ama tadı güzel) yedik, hesap çok ucuz da değil çok pahalı da değil, deniz manzaralı güzel bir yemek için makul. Daha sonra Datça’yı dolaştık, biraz turistik olmuş, küçük marmaris gibi, her gelen turist bunu mu istiyor, turist gelen yere ancak bunu mu yapabiliyoruz bilemiyorum ama daha iyisinin yapılabileceği kesin.  İkinci gün kalkınca kahvaltı öncesi bi denize girdik, insan güne daha enerjik ve pozitif başlıyor, kahvaltı sonrası büklere gidelim dedik, kaldığımız hayıtbükünden çıktık, ovabüküne vardık, burada deniz biraz daha dalgalı, burada kalmadık, deniz kenarı ve deniz manzaralı, bol virajlı bir yoldan palamütbüküne gittik. Önce  datçam bal ve köy ürünlüri (www.datcam.com.tr) mağazasından alışveriş yaptık, yapmadan önce dükkanda ne varsa tattık, bal, badem, zeytin, badem ezmesi, kekik balı vs, daha sonra bal, badem ve kekik aldık. Hepsinin lezzeti güzel. Daha sonra mavi beyaz otele gittik (http://www.otelmavibeyaz.com/), güzel bir otel, adı gibi, mavi ve beyaz, günü sahilinde geçirdik, restaurantta güzel değişik yemekleri var (kaya koruğu salatası, çağla cacığı, çintar/bir çeşit mantar) fiyatları çok ucuz değil, ama buraya göre, Çeşme’ye Bodrum’a göre bu manzarada bu kalitede gayet makul. Şezlonglar ve şemsiyeler büyük, deniz süper.
Akşam yemeği için yine palamütbüküne geldik, akşamları masaları sahile atıyorlar, bizde dolaşırken organik restaurant diye bir aile işletmesini beğendik, denize sıfır masamıza oturduk. Burada da değişik şeyler yedik, nedir derseniz ; koruk, bademli börülce, tencere yemeği şeklinde sübye, kabak çiçeği dolması, kara sokkan diye ufak değişik bir balık. Burada da hesap makul geldi, denize sıfırlığını da göz  mutfaktakiler profesyonel değil ama çok samimi ve işlerini iyi yapan amatörlerdi.
Üçüncü gün erken kalktım, önce 45 dakikalık kısa bir yürüyüş yaptım, yan koydaki gabaklara kadar (http://www.gabaklar.com.tr/) yürüdüm, yandaki tepeye çıktım, fotoğraflar çektim, dönünce hanımla denize girdik çıktık, sonra kahvaltımızı ettik, deniz için palamütbükünden şaşmadık, çok değişik bir şey yapmadık, aynı şezlongda yattık desem yeridir. Akşam yemeği için yan panyison olan Ortam’da (http://www.ortamdatca.com/) yemek yiyelim dedik (dünden rezervasyon yaptırmıştık, son gün yer bulma şansı hele Cumartesi biraz zor aklınızda bulunsun). Deniz kenarı-denize 45 cm desek daha doğru, dalga gelirse ayaklar ıslanabilir dikkat-rakı, balık, meze, arkadaşlar, hoş sohbet, insan daha ne ister.
Son gün artık dönüş günü, otelde denize girdik, öğlen gibi yola çıktık, dönüş yolunda birçok restaurantta ürünlerini gördüğümüz olive farm (www.olivefarm.com.tr) a uğradık, çok büyük bir zeytinlik, butik bir otel, butik bir zeytin ve türevleri satan mağaza, zevkli, düzenli, doğa ile barışık bir yer olmuş, ülkemizde böyle yerler gördükçe seviniyor insan,  emeği geçenlere saygılarımı iletiyorum. Daha sonra bozburun ayrımındaki mavi pide (www.mavipide.com) da öğlen yemeği molası verdik, otopark full, dışarıdan ufak bir yer, bir girdik içeri (burayı bir sürü blogda gördüğümüz için meraktan durduk birazda) arkada koca bir bahçe, dere akar, derede balıklar, yengeçler. Pideler güzel, ben közpatlıcanlı kuşbaşılı yedim, tavsiye ederim, tatlı olarakda bir tahinli pide yedik ki, aman, bundan sonra oradan geçiyorsak yemeden dönmeyiz, çok net

Sonuç olarak Datça çok güzelmiş, çok sakin, kalabalık değil, havası, denizi, bademi şahane


Herkese keyifli geziler

Como Gölü

Como Gölü

İş için Milan’a gittiğim bir hafta, haftasonuna hanım da Milan’a geldi. Cuma günü biz faniler çalışırken kendisi Milan’ı gezdi. Milan’a gidecekler için otel olarak Milan’ın merkezinde Duomo’ya yürüyerek 5 dakika mesafede Cavalier adlı otelde kaldık. Lokasyon olarak iyi, odalar orta büyüklükte, temiz, kahvaltısı güzel. Akşam yemeği için de restaurant olarak “Valentino II” adlı restaurantı önerebilirim (corso monforte 16 adresinde) ara sokakta önünden geçip gitseniz farketmeyeceğiniz bir yer, içerisi gayet zevkli, fiyatlar makul, kapıda karşılayan ve gece boyunca hesabı ödeyene kadar her müşteri ile tek tek ilgilenen bir şef garsonda diyemeyeceğim takım elbiseli sempatik bir bey var, yemekleri de güzel. Burayı daha önce Milan’da yüksek lisans yapmış bir arkadaşım önermişti, tavsiye ederim.

Neyse biz gelelim asıl gezi konumuza, Milan’dan 1 saat uzaklıktaki Como gölüne (İtalyanca Lago di Como) gitmek için Cumartesi sabahı trene gittik, trenle yolculuk yaklaşık bir saat sürüyor (kişi başı 2,40 Euro, normal tren). Bu trenin son istasyonu Como. Como aslında göl kenarına kurulmuş bir büyük şehir, fakat göl çok büyük etrafta bir sürü küçük köy var. Biz bu köylerden “Bellagio” köyünde kalıyoruz. Trenden inince minibüs ile bir saat daha yol var, bilet hemen tren istasyonu karşısında satılıyor, o da 3,5 Euro gibi bir rakam.

Yolu şöyle tarif edeyim, toplam 1,5 şerit, sağ taraf yemyeşil, sol tarafta kıvrılarak giden göl (bu gö alıştığımız göllerden farklı, biraz İstanbul Boğazı gibi, iki ayrı bacağı var, bizim kaldığımız köyde birleşip ileri doğru uzuyor) ve bol viraj. 1 saat sonunda konaklayacağımız köye varıyoruz, otelimiz merkezde değil, oteli arıyoruz gelip bizi alıyorlar, kaldığımız otelin adı “il perla panorama”. Biraz tepede, köye yukarıdan bakıyor, odadan göl, karşı tepe, yeşillik, gökyüzü bulutlar herşey gözüküyor, kusursuz ve huzurlu bir manzara, doğal, doğalı bozan bir görüntü yok, kirlilik yok, ses yok, seda yok, şahane. Otel bir aile oteli, sahibi bizi gelip aldı, araba ile 5 dakikada otele vardık, Haziran ayının sonundayız, geçen hafta yüzüyorduk, burası 20 derecenin altı (hafta başında gitmek zorunda kaldığım kuzey İtalya’daki Agordo şehrinde haziran’ın son haftası 6 dereceydi, dağlarda kar vardı, ne gerek var, İzmir’in kışı böyle olmuyor). Otelde odamız yerleştikten sonra tepeden yaklaşık yarım saat aşağı köy yollarından yürüyerek bu çevrenin meşhur villalarından biri olan Villa Melzi’ye varıyoruz. Burası göl kenarında çok güzel bahçesi olan bir villa (bize göre hafiften saray yavrusu). Buranın bahçesine giriş kişi başı 6 Euro, herhalde bu paralarla bu ağaçlar ancak sulanıp bakım yapılıyordur, burada göl kenarında keyifli bir yürüyüş yapıp köy merkezine varıyoruz. Bugün biraz yorgun olduğumuz için başka köylere gitme planımız yok, köyün göl tarafını, diğer tarafını, ara sokaklarını, yokuşlarını, üst taraftaki merkezi her yeri dolaşıyoruz, havanın serin olması bir bakıma iyi rahat rahat dolaşılabiliyor. Akşama doğru otele dönüyoruz. Yemek için ilginç bir seçenek sunuyor otel sahibi, etraftaki bazı restaurantlar gelip araba ile alıyor, yemek sonrası da sizi otele geri bırakıyor (taksiler tüm İtalya genelinde olduğu gibi burada da pahalı) bizde yemek için “Bellagio Sporting Club” adlı mekanı seçiyoruz. Burası bölgenin yaz kış açık (bizim otel 5 ay ile en çok açık kalan otelmiş mesela) tesisi olduğu için turistten ziyade yerlisi bol, bu da yemeklerin güzel olduğu anlamına geliyor. Burada gün boyu yürüyüşün de verdiği açlıkla İtalyanlar gibi önden bir makarna yesem diyorum, hayret hanımında itirazı olmuyor, hemen bi ev yapımı “ emilia romagna tortellini “deviriyorum, üstüne ana yemek olarak değişik et yemekleri, salata, valpolicella adlı bölgenin şarabı (bunu bir İtalyan arkadaşım tavsiye etti, biz turistler daha çok Toskana şaraplarını biliyoruz, bunu dene seversin dedi, gerçekten de güzel, aklınızda olsun). Dönüşte restaurant sahibi kendi Fiat 500 ü ile bizi otele bıraktı, değişik bir deneyim oldu.

Pazar sabahı uyandık, hava şahane, yaz gelmiş, önce otelin pek şahane manzaralı terasında güzel bir kahvaltı yaptık, akabinde merkeze indik (otel shuttle servis ile bırakıyor), mid-lake shuttle denen gölün ortasındaki köyler arası dolaşan vapura bilet aldık (detaylı bilgi için www.navigazionelaghi.it )

kişi başı 15 Euro, gün içinde istediğiniz kadar binebilirsiniz, saat başı bir köyden binmek mümkün, püfür püfür göl manzaralı vapur seyahati. Önce Tremezzo’ya gittik, burada pek bir şey yok, vaktiniz yoksa es geçin, daha sonra Varenna köyüne gittik, burası çok güzel, renkli evler, çarşısı, köyün üst tarafı, pazarı vakit geçirmek için eğlenceli bir yer, yürüyüş yaptık, alışveriş yaptık, yemeğimizi yedik, bruschetta ve risotto, ikisi de lezzetliydi (göl kenarında varenna cafe) dondurmamızı yedik, daha sonra karşı kıyıya geçtik bu sefer Menaggio köyüne vardık, burası da güzel, ufak bir meydanı, göl kenarı uzunca yürüyüş parkuru ile görülmeye değer. Akşamüstü köyümüze geri döndük. Akşam yemeğini otelde yemeye karar verdik. Akşam bizi alan bey gitti (kendisi otel sahibesinin oğlu) en az 70 yaşında ama gayet bakımlı, kibar ve enerji dolu otel sahibesi ile sadece İtalyanca konuşan ve siz ne anlatırsanız anlatın kendi istediğini getiren huysuz İtalyan aşçı teyzeye kaldık, şunu yedik diyemeyeceğim, ne gelirse onu yedik daha doğru olur, ama yemekler güzeldi, çorba vardı, salata güzeldi, tatlı güzeldi, hepsi az önce yapılmış taze ev yapımı yemeklerdi, daha sonra göl manzaralı bir şezlonga kurulup hafif bir müzik açtık, şarabın kalanını içtik, buraya mı yerleşsem acaba?

Son gün Pazartesi, bugün bir aktivite yok, eve dönen uzun bir yol var. Otobüs ile Como, Como’dan tren, arada in bin, Malpensa Express ile havaalanı, İstanbul’a in, İzmir uçağına bin, eve git, yaklaşık 10 saat sürdü. Keyifli bir gezi oldu.

Como gölüne giderseniz Como merkez’den ziyade gölün orta tarafındaki gölleri gezin derim vaktiniz varsa

Herkese keyifli geziler

Bozburun

Bozburun


İzmirden sabah erken çıktık yola, 4 saat sürüyor yol. Bozburuna gelince konaklayacağımız Baldan Suites teknesi bizi karşıladı, otele araba gitmiyor, denizden ulaşım var sadece. 5 dk süren kısa bir yolculukla otele ulaştık. 10 odalı butik bir yer bir yanında sabrinas house diğer yanında karia bel oteli onunda yanında bozburun yelken klubü var. Önce odamıza çıktık, bu çevredeki tüm oteller yamaca kurulu, biraz merdiven çıkmal gerekiyor, iyi bir egzersiz. Odaya girince sürpriz oldu, oda yaklaşık 70 m2, büyük bir balkon, sağlam bir deniz manzarası, balkonda şezlong, sahile inmeyip balkondada kalınabilir o derece, ama tabii ki sahile indik, sahil 10 tane sezlong olan tahtadan bir plato, kumsal beklentisi olmasın, deniz sahane, cok temiz, butun gun sahilde yuzup kitap okuyarak gecti. Bu arada konaklama yarım pansiyon, aksam yemeginde ictikleriniz ekstra, gunduzde güzel aperatif yemekler var, fiyatları makul

Aksama dogru birazda odanin keyfini cikaralim dedik, balkonda dinlendik, manzaraya karşı birşeyler içtik, yan otelde düğün var, tepeden kayıkla gelin ve damadın gelişini seyrettik, akşam yemeği için aşağı indik. Mezesi, salatası, yemeği, tatlısı bence güzeldi, sürekli birileri ilgileniyor, tek eleştiriyi şarap fiyatlandırmasına yapacağım, fiyatlar ederinden biraz yüksek kalmış

İkinci gün yine bütün gün sahildeydim, yüzerek diğer otelleri gezdik, dinlendik

Üçüncü gün (ki kendisi pazartesi olur) haftaiçi alışkanlık kalktı , kalkınca hanım uyurken hadi denize gireyim dedim, tam 8 de mesai başlarken bende suya atladım, sanırım hayat böyle daha keyifli, yüzdüm de yüzdüm, sonra kahvaltı, deniz

Öğleden sonra bizimle birlikte bir çift misafiri daha otelin teknesi karşıdaki kumsala götürdü, orada biraz yüzdük, tekne ile dolaştık yaklaşık bir saat

Kısa ama keyifli 3 günlük haftasonu tatili bitti, izmire doğru yola koyulduk  

Herkese keyifli geziler




Gümüşlük Bodrum

Gümüşlük


Daha önce Bodrum'un değişik yerlerinde kalmıştık ama Gümüşlükte hiç kalmamıştık, bu seferde değişiklik olsun diyerek burayı denedik

Özak pansiyonda konakladık

Pansiyonun yeri güzel, kendine ait plajıda var, fakat denizi güzel diyemeyeceğim, taşlık bir deniz, yan taraflarda biraz daha kumlu plajlar var, ama öyle beyaz kumlu muhteşem bir deniz beklentisi olmasın. Pansiyonun bahçesi bence plajından daha güzel, büyük mobilyaları ağaçların altına çekip doğal bir gölgede yayılmak daha keyifli. Kafa dinlemek, kitap okumak için müsait. Gündüz pansiyonda dinlendik, akşamüstü yürüyerek gümüşlüğe gittik (5 dk) gümüşlük sahili güzel ama her balıkçının tek tek davet etmesi bir süre sonra sıkıcı oluyor. Çarşısı güzel, küçük küçük dükkanlarda genel olarak zevkli şeyler satılıyor, balkabağı ışıklandırmalar çok değişik. Akşam yemek için oteli tercih ediyoruz, otelin yemek fiyatları makul, yemeklerde lezzetli, özellikle gümüşlük merkezin kalabalığı ve dip dibe oturulması size cazip gelmiyorsa koyun diğer tarafı iyi bir alternatif olabilir. Ertesi sabah erken kalkıp köyde yürüyüş yaptım esnaf dükkanları açarken, akşam balıkçılara gelen kalabalık bu sefer sabah kahvaltıya gelen kalabalığa dönüşmüştü

Gündüzde otelin bahçesinde yayıldık, akşamüstü de pansiyondan çıktık. Gümüşlüğe araba ile 2 dk mesafede olan limon adlı kafeye baktık, içi ve manzarası güzel, aslında buraya birgün öncede gidecektik ama internetten bakınca yıllar içinde kalite bozuldu fiyatlar arttı gibi çok yorum okuyunca emin olamadık, deneseydik bari dedik, günbatımında manzarası çok güzel oluyormuş

Pansiyon ile ilgili belirtmek istediğim birşey var

Yeri güzel, yemekler lezzetli, personel ilgili ve sempatik

Fakat; Odalar mutlaka elden geçmeli, oda 1980 den kalmış , klima yok pervane var, sempatikte olmuş, televizyon yok, olsa da seyretmezl belki, ama 30 yıllık taşlar, o kadar eski tahta kapılar, eskimiş aynalar görünce insan verdiği paranın karşılığını aldığını düşünmüyor çünkü 70€ fiyatı var, ya çok daha ucuz olur bu paraya daha ne bekliyordun denir yada biraz odalar elden geçirilir, sanırım gümüşlükte 160 civarı yatak kapasitesi varmış buda herhalde arz talep dengesini pansiyonlar lehine bozmuş.

Bir daha ki sefere köyün içinde diğer tarafa doğru denize bakan balkonu olan küçük evleri deneyeceğiz bakalım onlar nasıl çıkacak

Marakeş


MarakeşFas'ın güney kesimindeki Tensift bölgesinde yer alan Marakeş, ülkenin doğrudan Fas Kralı'na bağlı dört kentinden biridir.

Ülkenin ilk başkenti olma özelliğini taşıyan şehir Atlas dağlarının dibinde bulunmakta ve Atlantik ile Fas arasında bir geçiş noktası oluşturmaktadır.
Birçok kuzey Afrika şehrinde olduğu gibi hem eski yerleşim yerine hem de yeni bir yerleşim alanına sahip olan şehrin nüfusu 1 milyonu geçmektedir. Menara Uluslararası Havaalanı'na sahiptir ve trenlere ülkenin diğer önemli kenti Kasablanka'ya bağlanmaktadır.
Marakeş şehri Fas'da geleneksel geniş ticaret pazarına sahiptir ve ayrıca Afrika ve Dünya'da en faal alanlardan biridir Djemaa el Fna. Faaliyet, telaş içindeki alan, akrobatlar, hikâye anlatıcıları, dansçılar ve müzisyenler ile doludur. Alan yiyecek stantlarına dönüşerek meşgul hayatı ile kocaman bir açık hava restoranlarına dönüşür.
Marakeş'te hem devlete, hem de özel işletmeye ait otobüsler görev yapıyor. Otobüsler sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar seferlerini sürdürüyor. Birçok güzergâhta da gece otobüsleri görev yapıyor.
Kışın gündüzleri 20 derece olan sıcaklık geceleri çok düşüyor. Bu yüzden yanınızda kalın bir şeyler mutlaka bulundurun. Gidilecek en uygun dönem sonbahar ve ilkbahar ayları.
Uzun yıllar Fransız egemenliği altında yaşayan, 1953 yılında bağımsızlığına kavuşan Fas'ta, ana dil Arapça olmasına rağmen en yaygın konuşulan dil Fransızca. Resmi dairelerin ve sokak tabelalarının üzerinde Arapça'nın yanı sıra mutlaka Fransızca da yer alıyor.

Manhattan

Manhattan

Manhattan, New York'un 5 ana bölgesinden biridir. New York'da ticari, kültürel ve finansal bir merkezdir.

Manhattan'ın eski günlerinde bu bölge, ahşap yapıları ve su kaynaklarının azlığı nedeniyle yangınlara karşı savunmasız kalmıştır. 1776'da çıkan yangında evlerin 1/3'ü yanmıştır.

Bu yüzyılın bitiminde Amerika'ya yapılan göçlerin artışı ve bu bölgenin Amerika'ya gelenler tarafından bir liman görevi görmesi nedeniyle bölge hijyenik olmayan ve sağlıksız koşullar içindeydi. Burada 5 kat yüksekliğinde yeni gelen göçmenlere kiraya verilmek üzere yapılmış apartmanlar bulunmaktaydı. 1929'da artık asansörün binalarda kullanılabiliyor oluşu ile bina biçimi değişti ve bugün Doğu sahilinde görülen apartmanlar yapılmaya başlandı. 2000 sayımlarına göre Manhattan'da 798.000 ev ve yaşanılabilecek mekânlar bulunmaktadır. Burada yaşayanların sadece %20'si oturdukları evin sahibidir. Bu da ülkedeki Bronx'tan sonra gelen en düşük rakamdır. Yerleşik nüfus 1,620,000 kadardır.
Burada pek çok ünlü simge yapılar, müzeler, üniversiteler ve turistik mekânlar bulunmaktadır. Ayrıca burada Birleşmiş Milletler Merkez Binası bulunmaktadır. Manhattan, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en çok iş merkezini barındıran bölgedir.
New York Borsası ve NASDAQ burada bulunmaktadır. Ayrıca burası ülkedeki en çok tüzel kuruluş bulunan bölgedir. Manhattan ismi Man-hata'dan gelir. Bu isme ilk defa Robert Juet'in gezi defterinde rastlanmıştır. 1610'daki bir harita Manahata ismini ikinci kez bu bölge için kullanır. Manhattan, Lenape dilinden 'birçok tepeden oluşan ada' olarak çevrilmiştir.
Manhattan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en değerli bölgedir. 2007 Haziranında 450 araba parkı yeri 51 milyon dolara satılmıştır. Manhattan, New York'un ekonomik olarak lokomotifi sayılır. New York şehrindeki işlerin 3'te 2'si buradadır. Manhattan'ın günlük nüfusu iş ve turizm sebebiyle 1,6 milyondan 2,8 milyona kadar çıkar. Buradaki en önemli sektör finanstır. 2009 istatistiklerine göre Manhattan'da haftalık işçi ücreti saati 8 dolardan 320 dolardır.
Dört büyük medya devi bu bölgede bulunmaktadır. Bunlar Fox, ABC, NBC, CBS dir. Bu medya kuruluşlarının merkez binaları Manhattan'dadır. Ayrıca FOX news, MTV, Comedy Central gibi kablo tv kanallarının merkezleri de buradadır.

Malezya


MalezyaGüneydoğu Asya'da yer alan Malezya Federasyonu 11 devletin birleşmesi ile oluşmuştur. Singapur 1965 yılında federasyondan ayrılmıştır.

Kuzeyde Tayland, güneyde Singapur ve Endonezya ile komşudur. Ayrıca batıdan Andaman Denizi, doğudan Güney Çin Denizi'ne kıyısı vardır. Ülke coğrafi yönden Batı Malezya ve Doğu Malezya olmak üzere 2 bölgeye ayrılır. Bu bölgeler de 10 devlete ayrılır.Malezya yarımadası, bir köprü ve geçit ile Singapur'a bağlıdır. Başkenti Kuala Lumpur olup, federal hükümet merkezi Putrajaya'da bulunmaktadır. 2010 itibariyle nüfusu 29 milyona yaklaşmıştır.Ülkenin çok kültürlü ve farklı etniklerden oluşan yapısı, ülkenin kültüründe ve siyasetinde önemli bir rol oynar. Malezya ekvatora yakın olmasından dolayı tropikal bir iklime sahiptir, Flora ve faunasındaki çeşitlilik bakımından 17 devasa ülke arasında gösterilir.Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği ve İslam Konferansı Örgütü, Asya - Pasifik Ekonomik İşbirliği, İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyeleri arasındadır.Resmi dil olan Mzleya dili, Bahasa Malezya olarak bilinmektedir ve diğer Malay dillerinin standardize edilmiş halidir. İngilizce uzun yıllar boyunca resmi dil olarak kullanılmıştır ancak 1969'daki baskın ve ayaklanmalardan sonra önemini yitirmiştir.

Malta

Malta

Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur. Takımadalar arasında en büyüğü olan Malta 237 km², Gozo 68 km² ve Comino 2 km² yüzölçümüne sahiptir.

Güney Avrupa ülkesi olan Malta, Akdeniz'in merkezinde bulunan bir adalar topluluğudur, Sicilya'nın 93 km güneyinde ve Tunus'un 288 km doğusunda bulunur.

Malta Adaları, yumuşak geçen kışları ve sıcak yaz sezonuyla sağlıklı bir iklime sahiptir. Soğuk rüzgârlar, kar, don ve sis Malta'da bilinmeyen terimlerdir. Nisandan sonra seyrek olmakla birlikte yazın neredeyse hiç rastlanmayan yağışlar en çok Eylül ile Nisan ayları arasında görülür.
Dünyanın en küçük ve en yoğun nüfuslu ülkelerinden biri olan Malta, 300 km²'lik bir alan üzerine kuruludur. Resmi başkenti Valetta, en büyük şehri ise Birkirkara'dır. Esas ada, birçok küçük şehirden oluşmuştur ki bu adanın toplam nüfusu Eurostat'a göre 400 bine yakındır.
Ulusal Malta Dili ve İngilizce olmak üzere ülkenin iki resmi dili vardır. Uzun bir Hıristiyanlık geçmişine sahip olan Malta, İncil'e göre Aziz Paul'un bulunduğu yerdir, Katoliklik Malta'da resmi ve egemen dindir.
Malta ekonomi olarak sıkıntı çekmeyen bir ülkedir. Ülkede evsiz bulunmamaktadır. Nüfusun yoğun olmaması sebebiyle halkın refah düzeyi normaldir.
Ülkenin gelirlerinin yaklaşık %97'sini turizm oluşturmaktadır. Özellikle dil okullarının bunda etkisi vardır. Ülkede 50'den fazla dil okulu bulunmaktadır. Gelirlerin geri kalan kısmı ise ufak çaplı ihracattır. İngiltere, Çin, Libya ve Suudi Arabistan ile ekonomik açıdan iyi ilişkiler içerisindedir.